maskeler sadece maskeleri örter. insan
ruhunun/bilinçdışının derininde yatan, doğada ki olgular gibi hatırasız,
bilinçsiz, farkındalıksız, süreğen biçinde devam eden, biriken, içe içe geçmiş
lifler gibi neredeyse ürkünç örüntüler şeklinde bir ‘varlık’ gösteren boğucu
sürece bir kutsiyet atf etmek anlamsızdır. Varlığın üzerine gerildiği bütün diğer
malzeme gibi derinimizde farkındalıksızca (şuursuz) sürekli birikerek akıp
duran hatıraya da çok bir anlam yüklememek gerek. Çünkü oraya
sürülen/sürdüğümüz her şey aslında bir öteleme, bir koğma, bir bastırma, yorucu
bir isyan/itaat ikilemi/çıkmazının sonucu varlığın içinde tutunamamış bir
tarafımız. Eski eşyalara dövünüp ağlayarak tutunmak belki zavallıca. Ve bu her
biri varlığın bir tarafını kanatarak, acıtarak, derin hazlar veya hüzünler
bırakarak kopup giden malzeme, yaşamı neredeyse bir maskeler galerisine
çevirir. Her maske bir önceki maskeyi maskelemek için maharetle oturur yüze,
varlığı maskelene maskelene artık bir hayalin hayali kadar bile gerçeğe yakın
olamayan yüze, baştan aşağı bir hüzün, ahlaksız bir acı, inkar üzerine kurulu
bir imanın acıtan resmi olarak yüze. Maskeler sadece maskeleri örter.
sahne boşluktur, tıpkı (tıpkı diye bir
sınırlamaya gerek de var mıdır!) doğanın derin/ürkünç/yasal bilinçdışılığı
gibi, altımızda sessizce, amaçsızca, farkındalıksızca (şuursuz) akan okyanuslar
kadar derin, yoğun bir boşluk. Aktörün sahnede/boşlukta yaptığı şey bir
sıçrayış, varlığa doğru bir şavkıma, ama aynı zamanda yeniden bir karartma, bir
bastırma ve maskeleme işidir. Ve esasında aktörün yaptığı şey, bir başka
aktörün oynamakta olduğu başkasının/başkasının/başkasının rollerini oynamaktan
başka bir şey değildir.
Varlığı, bu doğal şuursuzluğun içinden
çekip çıkarma kabiliyetine sahip olan sır işte tamda bu ‘tekrar’. irade ve
arayış, yokluğa bir isyan; suskun,
dilsiz, konuşmaya değil, konuşacak bir varoluşa bile mecal yetiremeyen bu
malzemeden bir varoluş, varlığa dair bir isyan çıkarabilme kabiliyeti, imkanı
barındırır ‘tekrar’. Sahnede aktörün sürekli yaptığı şey, bu büyük ameliyeye
dair yüksek bir çabadır.
Doğada tekrar sıkıcı bir aynılıkta ve
içerikten, bilinçten yoksun. Oysa bir drama olarak tekrar asla bir aynılık
içermez, tersine bu süreğen/sıkıcı tekrara karşı bir isyan, bir varkılma,
bilinçsiz varoluşa karşı inatçı bir direnmedir.
Aktör her sıçrayışında bu yokluğa karşı
parlak bir varolma imkanı yaratır. Bir boşluk olarak sahne’de/yaşam’da saf
kuvvetler deneyimleriz. Kelimeler olmadan, kelimelerin kısıtlayıcı, sınırlayıcı
duvarları olmadan, onlardan evvel konuşan, bir yeni dil deneyimleriz. Orada bir
mühendis titizliği ile tasarlanmış bedenlerden evvel narin, bazen sert ve
ürkünç jestlerle, yüz’den evvel maske ile, karakterden önce hayaletle
ilişkilendirir bizi aktör. Böylece aslında bir kaçış olarak varlık, maskelerle,
kostümlerle, dramatizasyonla yeniden bir varoluş imkanına kavuşur.
Borges, Tlön öyküsünde Hrönir diye bir
büyülü olgudan bahseder. Kaybolan eşyaların yeniden ve yeniden bulunması, her
bulunanın kademe kademe aslından farklılaşması olarak Hrönir sahnede aktörün
yaptığına dair yeni bir ufuk sunuyor. Şaşırtıcı, inanılması güç, aklı zorlayan
bu olay aslında hemen her gün sahnedeki her aktör tarafından yeniden ve yeniden
deneyimleniyor. Her gün özenle sakladığımız, maskeler ve kostümlerle
perdelediğimiz varlığımız, her yeni maske ile yeniden ortaya çıkmaya çabalıyor,
bu ortaya çıkış ile yokluğa karışma tehdidi birbirini takip ediyor, yeniden
maskeliyoruz, yeniden buluyor, her bulduğumuzda varlığımız bir öncekinden
oldukça farklı değilmidir gerçekte. Yüzleşebilmek anı, varoluşun en yüksek imkanı
olarak ölümdür, bütün maske ve oyun, bütün sahne ve aktör bir metafor olmanın
ötesinde yaşamı yücelterek sürdürmenin, varolmayı süreğen hale getirmenin, ölüm
içgüdüsünün yıkıcı ama olumlu itkisi ile sürekli sıçrayışta kılmanın temel
yoludur adeta.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder