acını kutsadım anne. acını ki hepimizi
biraz daha insan kıldı, yanıktı zaten yürek, biraz daha dağladı, uzaklara
dalardı hep gözlerim biraz daha sulu eyledi, gün üstüne gün ekleyerek, umuda
umud ekerek, acıyı acı ile berkiterek her gün acılarınla, biraz daha insan
kıldın hepimizi.
aklıma hep el kadar ekmeklerin üzerine
koyup sepetin dibine serdiğin sabah kaymakları ile geliyorsun, üzerine ektiğin
şekerle genizde kesif bir şevkat bırakan. sabah olsun da yeniden o mesut güne
uyanayım, yeniden senin ayran yaydığın sabahlara, sepete doğru seğirttiğim o
masal sabahlara diye, ama gözlerimi o umud ile kapadığımda acı ile büzüşen
yüzün gelir yeniden, çareye el yetiremediğim, dindirmeye yol bulmadığım, içimi hep
tanımlayamadığım bir suçluluk, bir beceriksizlik hissi ile, bir yenilgi ile
dolduran o son dokuz yıl…
sana söylemek istediğim çok şey oldu, her
zaman çok şey,
misal avurdumu doldurarak seni ne kadar
çooook sevdiğimi söylemek isterdim, misal gurbetlere döküldüğümüzde çoluk
çocuk, soğuk yurt köşelerinde, ranza diplerinde başımı kirden kararmış
yastıklara koyup/insanın cildini acıtan battaniyelerin altına saklanıp
hasretinden bebekler gibi zırladığımı anlatmak isterdim sana, gelen tanışlara
teslim ettiğin peynir/turşu kaplarını her açtığımda boğazıma düğümlenen,
gözlerimi buğulayan hasreti.
sadece ben mi sakladım duygularımı, ben mi
ket vurdum gönle düşen kelimeye, hayır, o kadar ciddi, o kadar meşgul, o kadar
erken büyümeye zoralayan bir dünyada büyüdük ki, zaman kalmadı söylemeye,
yaşadık besbelli, gözlerde, yüreklerde, ışıl ışıl ışıyan ruhlarımızda besbelli
idi bu, ama iş söylemeye, belli etmeye, ortaya dökmeye gelince hepimizden çok
sen ketum oldun a kuzum, hepimiz ketum olduk, belki hepimiz ketum kılındık.
bir bahar sabahı idi misal, mutlu, mesud
günlerin cömertçe bağışlandığı zamanlardan, güneş henüz doğmuşken, esriyen
gözlerimi ovuşturup bahçeye seğirtmiştim, insanın içini hafif ısıran sabah
serinliği ile elimde bêr, dünden yarım kalmış ‘karıx’ ları düzenlerken
balkondan beni süzen gurur dolu bakışlarını tabiki hisettim ama asla göremedim,
yüzünde küçücük olsun bir tebessüm belirsin diye nasıl çırpınırdık hepimiz, ama
hayat ne eder eder, önümüze bir ton sorun yığar, ne senin ne biz çoluk çocuğun
kaldırmaya asla güç yetiremeyeceği yüklerini getirir boca eder evin önüne, Fido
Bacı, Seher abla ve diğerleri gelip geçerken bir el atar sana, bir iki boş
muhabbet, biraz ferahlık, cömertçe yüze yayılan ve hepimizi çooook mutlu eden
yaygın tebessümler, ah anne, seni en çok senin tam dibindeyken özledim.
bahçeyi anımsıyoruk sık sık, bazen parça bölük
anımsadığım rüyalarda denk geliyorum, yüzünü derin bir gönençle dolduran
bahçeyi, rengarenk çiçeklerle, güllerle donattığımız, envai tür sebze ekip, taa
kaleciğin dibinden, zülfü dedenin bahçelerinin altından, onlarca komşu ile
dalaşıp, adeta nöbetler tutarak getirdiğim sularla suladığım bahçeyi, içinde
gezinmekten muhteşem gönendiğin bu zamanlar bitmesin diye hiç, nasıl
çırpındığımı, okulu bile bin bir bahane ile astığım, tarhlarını derleyip
topladığımız, gün biter, gece çöker, balkonun fersiz ışığında oturup seyrine
doyamadığımız bahçemizi, orada, o bahçede, balkonda, ağarladığımız nice
komşuyu, köyden sökün etmiş nice akrabayı, sonu gelmez dedikoduyu, muhabbeti,
feyzullah amcanın gafura çemkirdiği sabahları, anênin herkesi kahkalara boğan
anılarını, eta xeronun insanın içini acıtan masum, çocuksu, taşkın sohbetini,
sürekli mutfaktan taşınan çayın, peynirin, nanê sêlênin genizde doymsuz izler
bırakan tatlarını, şamil ve nihayet ablayı ve diğerlerini. her biri senden bir
anı, yaşamın orasına burasına sakladığım bir mutluluğunu, yüklerinin
ağırlığından kaçıp sığındığın rengarenk filimler gibi…
nasıl anaç, güçlü ruhun vardı ki, hepimizi
onca gurbete, onca mesafeye, onca imkansızlığa rağmen ne yapar eder, bayram
seyran binbir yol bulur, derler toparlardın;
seninle geçen her anın ayrı bir tadı, ayrı
bir hazzı var şüphesiz, ama ben en çok bayram sabahlarını özlüyorum, bir iki
gün evvelinden yapmaya başladığın, nasıl etsem lezzetlerine akıl erdiremediğim,
mantıklı bir açıklama getiremediğim muhteşem yemeklerine, dolmalarına misal,
yaz sonundan itibaren hummalı bir hazırlık ile içlerini boşaltıp kuruttuğun
biberler, balcanlar ve diğerleri, içine ne koyardın, nasıl koyardın bilmem ama
ne zaman otursam sofrana doyma hissinin benden usulca uzaklaştığını bilirdim, hepimiz
yağlı parmaklarımız ve yalanann dudaklarımız ile, yedikçe çocuklaştığımız o
kocaaaaaman yer sofrasında, sırtını kanepeye dayamış izlerken yaşadığın erinci,
gönenci nasıl acemice gizlediğini hepimiz bilirdik ama asla göremezdik.
esasında memleket demek birazda anne
demektir, biraz da mı dedim, hayır, çokça anne demektir, çoğun anne demektir,
aslında memleket demek anne demektir. değilse anne, bak senden sonra beni çeken
ne kadar az şey kaldı, neden her fırsatta, bulduğum her boşlukta o kadar yolu teperek,
günlere uzayan zahmetli otobüs yolculuklarına katlanarak seğirttiğim, adeta
kaçtığım, neyden kaçtım şüphesiz, kaçıp sığındığım kapı gibi, evet kaçtığım ve
sığındığım kale gibi, yuva gibi, sığınak gibi annem, her bir eksiğimizi,
söküğümüzü, yırtığımızı derleyip toplayan annem, senden sonra ne kadar az şey
kaldı memleketten. ne kadar azaldı memleket, mezarından daha fazla, bir iki
akraba, eş dost, onların bile şimdi anlıyorum, akrabalığı, eşliği, dostluğu
senin varlığınla kaimmiş ya, ne kadar azaldı memleket anne senden sonra.
yazık ki canlı hatıralarım hep acı içinde
kasılan yüzünde asılı kaldılar. ne etsem, nasıl etsem asla mutlu etmeyi
başaramadığım, başaramadığım çünkü acılarını dindiremediğim, çünkü gelişi
apaçık olan sonu öteleyemediğim, evet anne, en çok bu zorladı beni, sana dair
başa çıkmakta en çok zorlandığım hastalık ve getirdiği uzayan yıkım oldu.
halbuki ben hep bilimden, tıptan, ilaçtan dem vurdum sana, daha ilk doktor
müdahalesine bile hocaların değil benim onayımı alarak girdin, yazılan her
reçeteyi doktorların ne dediğine aldırmadan mutlaka benim onayıma sundun, bu
derin güvenin, itimadın acını dindiremediğini her gördüğümde, bunun asılan
yüzünde ve zaman zaman insanın içini çürüten bedbin bakışlarında yarattığı
ümitsizlik zamanla kendime dair, bildiklerime dair büyük sarsıntılara sebep
oldu kuşkusuz.
Sürgü geliyor aklıma sık sık. haz aldığın
ve gerçekten yaygın bir tebessümün yüzünde cömertçe gezindiği serin sular,
etrafa yayılan ızgara kokuları, babamın seni böyle mesud görmesinin yarattığı
taşkın mutluluğu, torunlar, kızlar, züleyha, beyaz ve diğerleri, hemen her
zaman ağrılı ve şiş ayaklarını sarkıttığın buzlu suların teninde yarattığı
hazzın her anını uzun uzun yaşadığını görmek herkese ne kadar iyi gelirdi
bilsen, her kes ne kadar iyi hisederdi, en çok da babanın ne etse de seni ve
gurbetlerden sökün etmiş çoluk çocuğu, torun taklayı daha da mutlu etse, ağız
dolusu kahkahalara gark etse diye etrafta gezinen babanın çocukça telaşı.
sayfalar sayfalar dolusu yazmak istiyorum
sana anne. genize takılan hüzne dair, asla ağız dolusu söylemeyemediğim
sevgiye, özleme, her zaman biraz eksik kalmış oğulluğuma dair, içimi kemiren
nice pişmanlıklarıma, nice keşkelerime dair yazmak istiyorum. yurt
köşelerinden, sefillik içinde yaşadığım öğrenci evlerinden eve yazdığım,
aslında her kelimesini sana yazdığım, ve bir ayin gibi oturup evde züleyhaya
okutup beraberce ağladığınız mektuplarıma dair, her zaman sana en güçlü yanımı,
en varsıl, en mutlu yanımı göstermek için nasıl çırpındığıma dair yazmak istiyorum,
ama biliyorum ki bunların tamamı beyhude.
Ş imdi ruhunun, burada çektiğin
acılara karşılık muhteşem bir huzur ile gezindiği bir cennet bahçesi sakini
olduğu umut ve inancı içindeyim, biraz olsun huzur bahşeden bu ümit ve inanç
ile seni anıyorum, mezarına sık sık geliyor ve biraz boşlukla malül bir huzur
ile geri dönüyorum. senden sonra herşey biraz, aslında çokça eksik, en önemlisi
bütün çabalarımıza rağmen aile eskisi kadar bir arada değil, baba eksik, çoluk
çocuk, her yıl sayıları biraz daha artan torunlar eksik, senin görmediğin
şehirler, tadına bakmadığın lezzetler, manzaralar, seni gönendirecek diye
herbirimizin aldığı evler, arabalar, eşyalar, başarılar çokça eksik. belki
hayat işte böyle eksile eksile bitecek. belki insan ilkin anne ile eksiliyor,
yıllar evvel, 1985’de, sonbaharın ilk aylarında, koştur koştur getirilen
doktorun da ellerini koynunda koyan anneannemin, xanımın vefatı ile eksildiğin
gibi, sanırım bizler de senin gidişinle büyük eksildik anne. huzur içinde uyu,
burada her şey bir süre çoğalıyor hep olduğu gibi, sonra eksiliyor yavaş yavaş,
anneler bile ölüyor, çocuklar hatta…
Anne gibi bir nimetin, anne acısı gibi bir bedeli de varmış.. Değerdi ama sayın abim, vallahi bin kez de olsa değerdi. Dayanabilseydik eğer.. Bizi insan kılan annelerimiz için. Mekanları cennet olsun Efendimize komşu olsunlar inşaAllah!
YanıtlaSilAllah gani gani rahmet etsin. Yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilAna gibi yar olmaz.