"Uzun uzun kulak kabarttılar, evet bir sesler geliyordu, ama bekledikleri taraftan değil, tam aksi istikametten geliyordu. Bir süre sonra sesler yine kesildi, tekrar duyduklarında bu sefer başka bir yönden geldi, tipi ve rüzgarın uğultusu ile karışık ses zaman zaman net şekilde duyuluyordu."
Yazın hemen sonundan itibaren başladı telaş. Evlad-û ıyâldan da önce ahıra koyduğu 43 baş davarı, 300 koyunu, iki atı, tavukları, köpekleri, kedileri ile devasa bir yekûn tutan hayvanın 5 ay boyunca yiyeceği samanı, otu, arpayı düşünüyordu. Erkeği, kadını çocuğu ile 32 baş insanı, her akşam kapıya dayanacak bir o kadar misafiri, hastayı, yaşlıyı, çocuğu düşünüyordu. Bu kocaman eve kara kışın getireceği soğukta yetecek odunu, çalıyı. Unu, şekeri, yağı, peyniri...
Bahar ve yaz neredeyse tamamen kışa yapılacak hazırlıklarla geçti. Dağ dağ saman, ot balyaları, yoncalar ve diğer yemlikler, haftalarca samanlığa taşındı, daha sığsın diye tavana en yakın yerlere, büyüklerin artık giremediği darlıktaki noktalara çocuklar itelendi, saman tepelendi, bastırıldı, en ufuk boşluk kalmamacasına sıkıştırıldı, yine de içinde bir ukde kaldı. Mart'a yetişecek mi acaba?
İlk karlar düştüğünde artık yapılacak tek şey evdeki her malzeme için, özellikle de hayvan alafı için sıkı bir disiplin ve denetim uygulamaktı.
‘Meho’ diye bağırdı aşağıda koyunun tahtadan yemliklerine serdiği samanın üzerine bir parmaktan da az, yeşilliği belli belirsiz yoncayı sermekte olan Mehmed'e, Salih'e ve Asiye'ye. ‘Bu gidişle evimi yıkacaksınız, nereden bu bolluk evlad, daha 5 ay var.’
Sesinde öfkeden çok endişe vardı, yeni süpürülmüş, yer yer donuk toprakları görülen damın üzerinden gergin bir yüz ifadesi ile aşağıdaki telaşı izliyor, bir yandan da tabakasından bir sigara sarmaya çalışıyordu. Odun işi tamam değildi henüz, iki oğlu ve yeğenleri günlerdir zaten pek bir şeye benzemeyen meşe ocaklarından, çalı, çırpı, çilo, kök ne bulsalar katır ve eşeklerle taşıyorlardı, ama henüz odunluğun yarısı bile dolmamıştı ki geçen yılın nispeten hafif kışında tepeleme doldurdukları odunluk daha şubatın 15’inde tükenmişti. Çoluk çocuk neyse de kapıya gelen tanrı misafirine, ziyarete gelecek eşe dosta mahcubiyet daha şimdiden aklını alıyordu. Seferan'a geçen yaz gelin giden kızı geldi aklına.
Yaz sonunda iki günlüğüne uğramış sonra da hastalanan kayınpederi Şevket’in haber salması ile erkenden geri dönmüşlerdi. Damat iyiydi, temiz çocuktu, lakin bu baba evinden erken çağrılma hadisesi huzurunu kaçırmıştı. Hayırlısı ile bu odun yakacak işleri de biterse, kış çok bastırmadan bir on gün gelsinler diye haber edecekti.
Damın üstünden bir sağa bir sola gidip geliyor, sigarasını tüttürerek aşağıda davarı yemleyen çocuklara bağırıyor, çocukların sinirden sallanan başlarına, devrilen gözlerine aldırmaksızın talimatlar yağdırıyordu. Günler çabuk geçti, Aralık ayının son günlerinde kar bir metreyi aşmış, davarı dışarı yemlemeye çıkarmak, suvarmak artık iyiden iyiye yorucu hale gelmişti.
Ev sabah erkenden kalkıyor, hızla geçiştirilen kahvaltıdan sonra ahırlara koşuluyor, davarlar tek tek yemleniyor, atlar açık havaya çıkarılıyor, koyunlar yemliğe çekiliyor, sulanıyor, günde iki defa tekrar edilen rutin ve telaşlı işler ev halkını canından bezdiriyordu.
Sabah yemlemesinden sonra davar tekrar ahırlara alındı. Biraz soluklanmak için çocuklar, gençler, kadınlar yukarı odaya toplaştılar. Harıl harıl yanan ocağın başına üşüştüler, donmuş ellerini ısıtmaya, bir yandan da çıkarılan peynir ekmek ile yarım kalan kahvaltıya oturdular. Herkesin yüzünde işi şimdilik tamamlamış olmanın huzuru vardı.
Birazdan upuzun boyu ve ürkütücü ciddiyeti ile başını biraz eğerek basık kapıdan içeri girdi. Bütün ev ahalisi ayağa kalktı, 'oturun' diye işaret etti, yaşlı annesinin yanına çömeldi, her zaman yaptığı gibi ellerini öptü -günde on kez de girip çıksa bu seremoniyi asla ihmal etmezdi, yanında uslu bir çocuğa dönen bu ürkünç adamın başını bir kedinin başını okşar gibi okşadı yaşlı kadın.-
Bir iki lokma bir şeyler yedi, sonra dikkatlice oğlu Mehmed'i süzdü. Herkes bu bakışın ardından yeni bir talimatın geleceğini biliyordu.
‘Meho, yarın atlardan birini al, Seferan'a git, ablanı al gel, bir süre kalsın burada!’
Herkesin içi ısındı adeta, herkes bu haberi bekliyordu. Mehmed'in yüzüne geniş bir tebessüm yayıldı, ama hızla ciddi haline geri döndü.
Çıkarken de arkadan tembihledi;
‘Yeni eyeri al, kırmızı olanı!
Evde tatlı bir telaş başladı, hızla hazırlıklar yapıldı, torbalar, turikler dolduruldu, un helvası kavruldu, armağanlar hazırlandı ve Mehmed ertesi gün erkenden yola çıktı. Sıkıca giyinmiş, tüfeğini sırtına asmıştı, bir metreyi aşmış karları yara yara, atını arkasından çekerek uzaklaştı.
Damın üzerinden uzun uzun, ta gözden yitinceye kadar baktı oğlunun ardından. Hava açık ve soğuktu, karlar tozuk, rüzgar sertti. Yarım günden biraz fazla bir mesafedeydi Seferan; içinden dua etti, sağ salim gidip gelsin diye yakardı. Kızının bir içim su olan gözlerini hatırladı, içi titredi, gözleri doldu sebepsiz, mutluluk mu hasret mi ayıramadı. Sigarasından derin bir nefes alıp ahıra yöneldi.
Ertesi gün sabah telaşı bitti. Sert bir tipi çıkmış, insanın kanını donduran, içini ısıran bir soğuk gelmişti tipi ile beraber. Bir süre damada durup köye gelen yolun son noktasına dikti gözlerini, ama nafile, tipiden bırak tepeyi görmeyi, köyün hemen çıkışında ki Ömergiller'in ahırı bile seçilemiyordu. Bir iki saat daha geçti, yüzünü gözünü sararak tekrar dama çıktı, ama göz gözü görmüyordu.
Bir süre gezindi durdu damda, evdeki herkesi derin bir endişe sarmıştı, kirpikleri, kaşları, bıyıkları buz ve kırağı ile görünmez oluncaya, elleri, ayakları morarıncaya kadar bekledi, ama nafile, ne gelen vardı ne giden. Davarı dışarı çıkarmak mümkün olmadı, akşam yemlemesini ahırda yaptılar, günde iki kez açık havaya çıkmaya alışkın hayvan huzursuzdu, evdeki her kes huzursuzdu.
Akşam ezanını okuyan Mella Vahdettin’in tipiye karışan sesi kesik kesik, bazen artarak bazen de çok uzaklardan, belli belirsiz bir şekilde geliyordu. Karanlık çöktü, ama gece beyazdı, tipi ve soğuk adeta havayı dondurmuş, hava katı parçacıklar şeklinde insanın etine batar olmuştu.
Yaşlı Kadın mırıl mırıl dualar okuyordu, Anne elinde Mushaf, gözleri dolu Kur'an okuyordu, ama ne Mushaf'ta ne de okuduklarındaydı aklı, çocuklar evin içinde dolaşmakta olan meşum duyguyu sezmiş, aşağıdan, ahırdan gelen tedirgin edici hayvan sesleri ile büyüklerin yerinde duramayan hallerinden iyice ürkerek her biri bir köşeye sinmişlerdi.
Birazdan, dışarda kalmış köpeği içeri almaya inmiş olan Asiye telaşla girdi içeri, ‘Sesler geliyor tepeden yana!’ diye bağırdı. Hemen herkes aşağıya seğirtti.
Küçük kardeşi ile iki yeğeni iyice sarınıp çıktılar, birbirlerine tutunup, düşe kalka biraz ilerlediler, köyün hemen yakınında mezarlığın bulunduğu biraz yüksekçe araziye vardılar bin bir zahmetle.
Uzun uzun kulak kabarttılar, evet bir sesler geliyordu, ama bekledikleri taraftan değil, tam aksi istikametten geliyordu. Bir süre sonra sesler yine kesildi, tekrar duyduklarında bu sefer başka bir yönden geldi, tipi ve rüzgarın uğultusu ile karışık ses zaman zaman net şekilde duyuluyordu.
‘Baba!’ diye çağırıyordu bir ses, durup durup ‘Babaaa!’ diye bir canhıraş feryat duyuluyordu; lakin sesin geldiği
yönü kestirmek nâ mümkün. Naçar ayrıldılar, her biri farklı yönlere gittiler, saatlerce seslendiler
birbirlerine, ‘Baba’ feryadı ‘Meho’ feryadına, ‘Kızımmm’ feryadı ‘Abe’ feryadına karıştı durdu, bir süre sonra bazı
sesler kesildi.
Saat gece yarısını gösterdiğinde yarı ölü şekilde kardeşi geldi eve; yeğenini yarı donmuş, ama nefes alır halde mezarlıkta buldular, taşıdılar eve.
Gerisi bir feryat olarak karıştı boşluğa, cesetlerini ertesi sabah köyün hemen dibinde, bahçelerin içinde buldular, Sakine, Mehmed'e sarılmış şekilde kaskatı kesilmişlerdi.
Mustafa Ekici